Varlık Hiçlikten Gelen Bir Bilinmeyendir

Hiçlik duygusuna çeşitli sıfatlar katan dinsel mistikçiler bu duyguyu farkında olmadan bozarlar. Hıristiyan Üstat Eckhart Hiç duygusuna İsa’yı katmakla bu duyguyu köreltir; Celalettin Rumi, bu duyguya Tanrıyı katmakla bu duyguyu zayıflatır, yarı yolda kalır, hatta yolun yarısına bile ulaşamaz. Tanrı adı ya da sıfatı ve içeriği her ne olursa olsun neticede bir resimdir, oysa Hiç, resimlenemez –tıpkı Varlık gibi. Resimlenemeyen Hiç, dinsel mistikçilerin, örneğin tasavvufçuların kullandıkları katı yöntemlerle sabitleşir, böylece tünelin sonundaki ışığı göremez olurlar. Tekrarlanan ibadetleri bundandır. Yani yerinde sayarlar. Ayrıca dinsel kişilerin ibadetleri kolektif olduklarından Tek’in duyduğu Hiç’i yansıtamadıkları gibi, bastırırlar. Bu tamamen kişilik dağılmasından kaynaklanan ve dincileşmeye yol açan varoluşsal çaresizliktir. Tanrıya ermek adına kendi Benliğine teslim olacaklarına Tanrıya teslim olarak kişilik bozukluğunda bunalırlar. Ebedi bir tünelde ikamet ederler.
Rumi’nin başarısı dans edebilmiş olmasıdır, bu onun kendine özgü ibadetidir. Ancak Benliğini Tanrıya teslim edişinden dolayı Kendi olamamıştır. Oysa hakikat bireyin kendindedir. Dansında Tanrıyı arar kalmıştır netice itibarıyla. Onu kopyalayan kolektifler ve diğer tasavvufçular ise Varlık ve Hiçlik duygusunu bilmeyen ya sıradan ya da kişilik bozukluğunda tıkanan dinsel insanlardır; sezgilerini, duyularını, ruhlarını yitirmiş olanlardır. Bu nedenle biricikleşemeyip, durmadan kolektif coşku, kolektif beyin, kolektif duyu ve kolektif ruh arayan ama asla bulamamış ve bulamayacak olan tekkecilerdir. Bütün tek Tanrıcı kolektif ibadetler Varlık duygusunun yansıttığı Hiç’i ya sosyolojikleştirir ya da dinselleştirir. Tekkecilik buna en açık örnektir. Ancak biricikleşebilen, kendi tekliğinde bu duyguyu yaşarsa, kendine özgü ibadetlerini yaratacak ve neticede ermiş ve bilge olabilecektir.

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!